İnanç Sözleşmelerinde (İnançlı İşlemde) Zamanaşımı ve İspat Şekli

            İnançlı işlem, inananın (itimat edenin) bir hakkını belirli bir süre veya amaçla inanılana geçirmeyi, inanılanın da inananın emir ve talimatlarına göre kullanıp amaç gerçekleşince veya süre dolunca hakkı tekrar inanana devretmeyi yüklendiği sözleşmeler olarak tanımlanabilir (Özkaya, E.: İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, Ankara 2004, s. 25).  Yargısal kararlarda ise inançlı sözleşme, inanılan tarafın elde ettiği hakkı, taraflarca güdülen amaç sona erdikten veya belirli bir süre geçtikten sonra inanana veya üçüncü kişiye devretme taahhüdünü içeren bir anlaşma olarak tarif edilmiştir (HGK, 13.5.1992 tarihli ve 1992/14-249 E, 1992/323 K ).      İnançlı sözleşmelerdeki amaç gizlenmek, teminat, alacaklıdan mal kaçırmak, kanunların elverişsiz hükümlerinden kaçınmak, bir alacağın tahsili, malın idaresi gibi nedenler olabilmektedir. [1]

İnançlı işlemlerin hangi zamanaşımına tabi tutulacakları da Kanunumuzda düzenlenmemiştir. Gerek bilimsel alanda gerekse uygulamada, inanç konusunun iadesine, inanç konusu üçüncü kişiye devredilmiş, inanılan elinden çıkmışsa tazminat talebine ilişkin dava hakkının 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 125. maddesindeki 10 yıllık zamanaşımına tabi olduğu kabul edilmektedir. Zamanaşımı, alacağın muaccel olduğu tarihte, başka bir anlatımla inanç konusu şeyin iadesi gerektiği tarihte işlemeye başlar. İade tarihi henüz gelmemiş inanılan, inanç konusunu elinde tutmakta haklı ise zamanaşımının başlamasına imkân yoktur (Hukuk Genel Kurulunun 15.04.2011 tarihli, 2011/13-14 E., 2011/189 K. ve 29.01.2014 tarihli, 2013/11-376 E., 2014/49 K. sayılı). İnanç konusu şeyin iadesinin gerektiği tarihin tespiti ise her somut olaya göre değişecektir.

İnançlı işlemlerde ispat ise yazılı delil şartına bağlıdır. İşlemin HMK madde 203’te sayılan yakın akrabalar arasında olması da durumu değiştirmeyecektir. [2]HMK madde 202 uyarınca delil başlangıcı bulunan hallerde tanık dinlenmesi mümkün olabilir.


[1] T.C YARGITAY 1.Hukuk Dairesi Esas: 2010/ 1003 Karar: 2010 / 2330 Karar Tarihi: 03.03.2010

[2]T.C YARGITAY 1.Hukuk Dairesi Esas: 2014/ 19158 Karar: 2017 / 2018 Karar Tarihi: 18.04.2017; “Öte yandan, muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb’an dava açan kişi TMK’nın 6. maddesi gereğince bu iddiasını ispat etmek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 200. ve 201. (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun(HUMK) 288. ve 290.) maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme HMK’nın 203. (HUMK’nun 293.) maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi, muvazaanın yazılı delille ispat edilmesi gerekir. Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde bile olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide ve kararlılık kazanmış yargısal içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu görüşten hareketle, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad (namı-müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir.”

© 2024 Kozanlıoğlu Hukuk.